Konu: Melora // Gabrielle Cuma Ocak 23, 2009 6:43 pm
Güneş henüz doğmamış olmasına rağmen yatağından kalkmıştı Ellen. Pencerenin kenarındaki sandalyesine oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Siyah geceliği sandalyenin kenarlarından sarkıyor ve onun üstündeki yine siyah sabahlığı üşümesini biraz olsun engelliyordu. Ayaklarını sakince uzatmış, başınıysa pencereye dayamıştı. Sessiz sokağa geceyi aydınlatmak için konulmuş lambalar hükmediyordu sanki. Issız sokakta yalnız kalmış titrek lambalar yalnızca sokağı aydınlatıyordu. Ay ışığı tepede parlıyor ve Güneş doğmaya hiç niyeti yokmuşçasına kendini göstermiyordu henüz. Sandalyesinden bir hışım kalktı. Geceliğini üstünden çıkarmadan siyah paltosunu üzerine geçirdi. Düğmelerini sıkıca ilikleyip asasını sıkıca kavradı. Kapısını açıp hızlı adımlarla merdivenlerden indi. Sokaktaydı artık. Lambaların hükmettiği ıssız sokakta. Bir süre sokakta başıboş ilerledi. Yürümeğe devam ederken zihninde canlanan anılar kimi zaman hüzünlenmesine, kimi zamansa adımlarının nefretle hızlanmasına neden oluyordu. Yürümeyi sürdürdü. Artık lambalar yoktu. Issız, sessiz, karanlık sokakta yalnızdı. Ne ışığı yanan bir ev ne de bir gülme sesi. Yalnızca karanlık bir sokaktı burası. İlerledi. Mezarlığa az bir yolu kalmıştı. Adımlarını hızlandırdı. Derin nefesler ala ala hızlı adımlarla mezarlığa doğru ilerliyordu. Ayakkabılarının çıkardığı ''Tak, tak'' sesleri sessizliği biraz olsun gideriyordu. Yavaşladı. Mezarlığın önündeydi artık. Siyah demirden çitlerle çevrilmiş mezarlıktaydı. Siyah, tozlu kapıyı eliyle ittirip içeri girdi. Artık gözleri, karanlığın ortasındaki mezar taşlarında onların, annesinin ve babasının isimlerini arıyordu. İşte ordaydılar, orda söğüt ağacının arkasında, kuytu bir köşede. Söğüt, yapraklarıyla onları koruyormuşçasına çevrelemişti dört bir yanlarını. Sessizce mezarlara çarpa çarpa onların mezarlarının yanına gitmeye çalışıyordu Ellen. Bu diyar, ölülerin diyarı, diğer diyardan ne kadarda küçüktü öyle. Oysa ölüler yaşayanlardan kat kat fazlaydı. Bu düşünceler içinde onların mezarlarının yanına gelmişti. Hava hala karanlıktı ve Ellen önünü zar zor görüyordu. Artık hali kalmamışçasına annesinin mezarının üstüne başını dayadı. Sonsuza dek tutmaya yemin ettiği göz yaşları o istemeden gözlerinden akıp toprağın içine karışıyordu şimdi. ''Anne!.. Baba!..'' durakladı. Hıçkırıklara boğulmuştu. Doğruldu ve mezar taşlarına sarıldı.
''Neden beni bıraktınız ha? Neden? Bir başıma bırakıp gittiniz beni.''
Gözlerinden akan yaşlar boğazını düğümlemişti. Konuşamıyordu şimdi. Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silip, mavi gözlerini toprağa dikti. Cesaretli bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü
''Ama size söz veriyorum o köpek, sizi öldüren aşağılık cezasını bulacak!''
artık ağlamıyordu. İçi nefret ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Nasıl bir geceydi bu böyle? Ay ışığı kaybolmuştu. Zifiri karanlık koyu bir perde gibi yeryüzünü kaplamıştı. Ne bir yıldız ne de bir ışık hiç bir şey yoktu. Sessizce ayağa kalktı Ellen. Eğri büğrü mezarların arasında dolanırken bir an dehşete kapıldı; önü, arkası, sağı, solu her yeri mezarlarla kaplıydı. Mezarlar, mezarlar, mezarlar... Issız, sessiz insan etiyle beslenen bu korkunç bahçenin ortasından yaşayan tek canlıydı Ellen. Korkuyordu. Üşüyordu. Kulağına çalınan acayip seslerle korkusu iyice artıyordu. Belirsiz, anlaşılmaz uğultular. Nereden geliyordu bu sesler? Karanlık geceden mi, insan kadavraları dağıtılmış toprağın altından mı yoksa tamamen bilincini yitirmiş kafasının içinden mi geliyordu? Bunu bilmiyordu Ellen. Mezarların ortasından kurtulmak için çarpa çarpada olsa çıktı oradan. Korkuyla tekrar mezarlığa bakıp koşmaya başladı. Nereye gittiğini ne yaptığını hiç bir şeyi bilmiyordu. Sadece koşuyordu. Ayaklarına hükmedemiyordu beyni. Yaklaşık yarım saat koştuktan sonra kendini yine ıssız bir malikanenin önünde buldu. İşte orasıydı. Anne ve babasını öldüren Bay bilmem nenin evi. İsmini biliyordu ama ismini söylemeye değmeyen iğrenç biri olduğunu düşünüyordu Bay Charles'ın. İşte tüm hayatını kaybettiği evin karşısındaydı. Her ne kadar kendine hakim olmaya çalışsada girip o adamı öldürme hevesine karşı koyamadı. Kapıya yaklaşıp kapıyı adeta yumruklamaya başladı. Aynı anda bağırıyordu nefretle;
''Charles aç kapıyı köpek!''
Yumruklamayı kesti. Artık açmasını bekleyecekti. Biraz geri çekilip malikaneye baktı. Üst katta bir ışık açılmıştı. Çok geçmeden alt kata indi ve ışığı açtı. Kapı açıldı ve aralıktan başını uzattı Charles. Korkusu uykusuyla karışmış bir ses tonuyla;
''Kimsiniz'' dedi. Ellen ayağıyla bir tekme atıp kapıyı açtı. Yine konuştu Charles;
''Bakın evime böyle giremezsiniz''
Sinirle, konuşmamak için dişlerini sıkıyordu Ellen. Daha fazla duramayıp sinirle ve nefretle konuştu;
''Aslında senin tükürülecek suratına karşı nefesimi tüketip konuşmak istemem. Ama bir şey demeden ve yapmadan gidersem o zaman yüzüne tükürülmesi gereken ben olurum. Seninle aynı durumu paylaşmamak için susmayacağım''
Dedi ve kendisine doğru yaklaşan Charles'i durdurmak amacıyla
''Olduğun yerde kal!'' diye haykırdı. Charles korkuyla durup biraz geriledi. Tekrar konuşmaya başladı;
''Beni tanımadın değil mi? Tanıtayım o zaman ben senin iki yıl önce öldürdüğün Anna ve Baldrik çiftinin tek çocuğuyum. Neden buraya bu kadar yıl geç kaldım emin ol bende bilmiyorum. Ama bu en doğru zaman. Emin ol!''
Bu sırada kendini savunmak için ağzını açmıştı Charles;
''Ben mi? Öyle bir şey olmadı. Ben neden öldüreyim onları. Aaa! Ama anlaşabi...''
Sözünü bitirmesine fırsat vermeden Ellen asasını ona doğrulttu ve ''Dilkilit'' diye haykırdı. Ardından
''Ne çok konuşuyorsun Charles! Sana konuş diyen olmadı!''
Dedi ve arkasını döndü. Merdivenden ayak sesleri geliyordu. Çok geçmeden bir ses işitildi
''Tatlım neler oluyor orda?!''
''Olamaz'' diye fısıldadı Ellen.
Muhtemelen karısı ve çocukları geliyordu. Adama tekrar döndü
''Buraya gelmelerini engelle yoksa onlarda istenmeyen bir kazaya maruz kalabilirler''
Dedi adam korkuyla karısının endişeli sözlerine karşılık verdi ''İyiyim canım. Bir şey yok. Haydi yatağına dön.''
Tekrar karısının sesi duyuldu;
''Emin misin?'' daha fazla dayanamayıp konuşmaya atıldı Ellen;
''Evet emin bayan. Şimdi yukarı çıkın yoksa oraya gelip çocuklarınızı öldürüyor olacağım.''
Kadın can havliyle çocuklarını kucağına alıp yukarı çıktı. Charles fırsattan istifade asasını almış ve Ellen'a doğrultmuştu. Ellen çabuk bir hareketle asasını ona doğrulttu ve ''Petrificus Totalus'' diye haykırdı sonra kaskatı kesilip yere yığılan Charles'i büyük bir keyifle izledi.
''Cık, cık,cık... Aptal Charles. Auvv! Aptal olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin edememiştim.'' dedi ve biraz geri çekildi.
''Evet Charles burdan hiç bir şey yapmadan gideceğimi sanıyorsan. Yanılıyorsun. Seni ölürmeden gitmeyeceğim ''
Dedi asasını ona doğrulttu ve gözlerini kapatıp açtı. Charles kaskatı kesilmiş bedeninde sadece gözlerini oynatabiliyordu. Ona acımadan büyük bir zevk ve nefretle
''Avada Kedavra''
Haykırışının ardından , asadan gözleri kör edecek düzeyde yeşil ve parlak bir ışık çıkmaya başladı. Hepsi Charles'ın üzerine gidiyordu. Asasını dimdik ona tutuyordu Ellen. Gözleriniyse resmen ona kenetlemişti. Işık yavaş yavaş söndü. Charles'in bedeni yere yığılmıştı. Gözleri açıktı. Ölmüştü. Ve ölümü Ellen'in elinden olmuştu. Annesini ve babasını öldüren bu köpekten hıncını almıştı. Ama kendiside çok bitkindi. Yavaşça Charles'a yaklaşıp yüzüne baktı. Korku okunuyordu yüzünden.
''Korkak tavuk''
Diye fısıldadı ve onun yüzüne tükürdü. Malikanenin açık kapısından çıkıp biraz ilerledi. Çok geçmeden bir ağacın kenarında yere yığıldı. Daha fazla dayanamayıp bayılmıştı...